Bağlanma Korkusu
Bağlanma korkusu;
Çağan Irmak’ın müthiş ses getiren filmini hatırlıyorsunuz değil mi? Issız Adam…
Yarım kalmış bir aşk hikayesini anlatıyordu. Seyreden herkesi çok etkilemişti o film, kadınlar ağlayarak çıkıyor, erkekler “ ben o filme gitmesem “ diye kaçıyordu. Çünkü bu film, bir aşk hikayesinin, tarafların birbirini sevmediği için değil , kadın ve erkeğin korkuları yüzünden nasıl sona erdiğini anlatıyordu.
Duygularını göstermekte zorlanan, hiçbir ilişkiye bağlanmak istemeyen , korkan bir Issız Adam vardı karşımızda. Kendine kurduğu bir dünyanın içinde yaşayan, yalnız , oradan oraya savrulan , kısa süreli hazlarla mutlu olmaya çalışan… Her ne kadar bağlanmaktan korksa da , doğum günü pastası için ortadan kaybolan çalışanlarını göremeyince bağlandıklarını kaybetmekten ne kadar çok korktuğunu o an hissetti.
Çağan Irmak filmin merkezine bağlanma korkusunu yerleştirmişti. Herkesin hayatında yarım kalmış aşklar , ilişkiler vardır. Bu yarım kalmış aşkların temelinde sevgisizlik değil, korkular , kaygılar vardır. Dile gelmemiş, söylenememiş pek çok korku, kaygı tüketir ilişkileri. Zihinler hep geriye gider. Geçmişteki sevgili unutulmaz, her mutsuzlukta, her kalp sızısında geçmiş hatırlanır.
İlişkilerde Bağlanma Nedir?
Bağlanma; sevmek, içe bağlı olmaktır. Bağlılığın oluşması için kişinin özgür iradesi önemlidir. Ayrılmaktan korktuğu için değil ya da karşı tarafın kendini ilişkide tutmaya zorlamasından değil, kalmayı kendi iradesi ile seçmesidir. Flört etme, nişanlı olma ya da evli olma bir kişinin bağlı olduğunu göstermez.
Bağlanma ihtiyacı beraberinde korkuları da getirir. Bir şeyin varlığı sizi ne kadar mutlu hissettirir ise yokluğu ya da yok olma ihtimali de o kadar kaygılandırır ve korkutur. Bilinç altı bir süreçle “Üzüleceğim “ diye geri çekilir , kaçar. Bu korku hayata, aileye, işe, genel insan ilişkilerine dair olabileceği gibi kişinin duygusal ilişkilerinde de söz konusu olabilir.
Bağlanma korkusunun temellerinde;
Terk Edilme Korkusu: Terk edilme korkusu yaşayan kişilerin geçmişlerinde bu korkuyu doğuracak temel olaylar vardır. Ailesi ile ilgili, özellikle de annesiyle ilgili böyle bir deneyim yaşamış olma ihtimali daha fazladır. Küçük yaşlarda yaşanan bu deneyim her defasında aynı şeyi yaşayacakmış gibi korku hissettirir.
Acı Çekme Korkusu: Küçük yaşlarda annesinden ayrılmak zorunda kalan ya da güvensiz bir ortamda bulunmuş acı çekmiş kişiler bir daha aynı acıyı yaşamamak için savunma mekanizması geliştirirler. Bilinç altına bastırdığı bu duygudan kaçmak için çeşitli davranışlar sergilerler. Karşı tarafa kendini değersiz, yetersiz, sevilmiyormuş gibi hissettirirler.
Kültürümüzde çocuğu sütten kesmek için annesinden uzaklaştırır, başka bir yere götürüler. Oysa ki henüz meme dönemindeki bir çocuğu annesinden bir hafta- bir ay ayrı tutmak son derece sakıncalıdır. Bu durum çocukta derin acı ve güvensizlik oluşturur. Anne geri döndüğünde ise artık çocuk hiçbir zaman eskisi gibi aynı güveni duymaz ve bağlanmaz.
Ayrılamama, Özgürlüğünü Yitirme Korkusu: Ayrılamama korkusu ilişkiye bağlanma korkusunu açığa çıkarır. Genellikle kendilerine güveni düşük kişilerdir ve reddedilmekten korktukları için kendi istedikleri kişiler yerine kendini beğenen kişiler ile birlikte olurlar. Ancak bu durumda her ne kadar kendilerini güvende hissetseler de eşlerine yoğun duygular besleyemezler. Eşlerini zayıf, güçsüz , eksik bulsalar da gerçek duygularını söyleyemezler ve terk edilmekten korkarlar.
Bağlanma korkusu yaşayan kişilerin çoğu bu korkularının farkında değildir. Ancak kişi fark ederse bu konuşulur ve ilişki içinde çözümlenir.
Örneğin;
Evliliklerinin 12. yılında terapiye başvuran bir çift, son 3 yıldır çok kavga ettiklerini, ilişkilerinin düzelebileceğine dair umutlarını yitirdiklerini, son çare avukattan önce terapiste geldiklerini söylemişlerdi. Erkeğe göre eşi çok kıskanç, dayanılmaz derecede sorgulayan, bulduğu her açıkta olay çıkaran, çok söylenen, yıpratıcı bir kadındı. Kadına göre ise eşi; sorumsuz, evin bütün yükünü kadına yıkan, kendi başına planlar yapıp, sadece eğlenceye para harcayan, güvenilmez bir adamdı.
Bireysel ve evlilik öykülerini aldığımızda; Erkeğin evliliğin gündelik sorumluklarını almak istememesinin nedeni ebedi çocuk, genç kalmak istemesi olduğu anlaşılıyordu. Çünkü eğer “ eş” ya da” baba “ kimliklerini üstlenirse içinde dayanılmaz bir öfke ve sıkıntı oluşuyordu. Öfkelenmemek için her türlü sorumluktan kaçıyor; kaçamadığı zaman da zarar vererek patlıyordu. Karısına duyduğu öfkeyi onu sosyal ortamlarda yalnız bırakarak, pasif şekilde ifade ediyordu. Karısı bu izolasyon duygusunu reddedilmişlik olarak algılıyor ve eşini sert bir dille eleştiriyordu. Bu sözel saldırıya karşı adam atağa geçiyor ve bazen fiziksel şiddet uyguluyor bazen de evi terk etmekle tehdit ediyordu.
Erkek Kaçınan bir bağlanma stiline sahip yani bağlanmaktan korkuyordu.
Kadın ise doğduğu andan itibaren aileyi birleştiren bir arada tutan bir görev üstlenmişti. Annesi, babası, ablası hep ona güvenmiş, ailenin bütün sorunlarını yüklenen ve çözen bir kadın olup çıkmıştı. Hayırlı evlat, hayırlı anne olma yükü, kendi ihtiyaçlarını hep ikinci plana atmasına ve içinde biriktirdiği sıkıntıları paylaşamamasına sebep oluyordu. Kendini kurban rolüne koymuştu ve hep “muhtaç olunan” kişiydi. Sonuçta evlenince de eşine ; ailesine yaptığı gibi annelik yapıyordu ve koşulsuz destek sağlayarak bir gün eşinin de onun ihtiyaçlarını fark edip, gidereceğini düşünüyordu. Her ne kadar şikayet etse de parayı, güç ve kontrolü elinde tutuyordu ve eşim bensiz yapamaz diyordu.
Kadın Kaygılı Bağlanma stiline sahipti. Kendine olan güvensizliğini eşine dayandırıyor ve çaresiz, kurban rolünü sürdürüyordu.
Bu çiftin terapilerinin en önemli aşaması kendilerini ve geçmiş bağlanma stillerinin evliliklerini nasıl olumsuz etkilediğini keşfetmeleriydi. Bundan sonraki adım ise artık keşfedilenleri kabul etmek ve sağlıklı bağlanma stiline doğru geçiş yapmaya çalışmak…
Ülkemizde yapılan bir araştırmada ; toplumun yaklaşık %38 i Güvenli, %48,5 kaygılı , %13,5 ise kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu tespit edilmiş.
Aynı araştırmada; her iki bireyin de kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin sık görüldüğünü göstermekte. Ancak bu durum çiftleri mutsuz etse de , evlilikleri kötü bile gitse ; boşanmak yerine, evliliği sürdürdükleri anlamını taşımakta.
Evlilik uyumu ve doyumu açısından bakıldığında; her iki çiftin de Güvenli Bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin daha uyumlu ve doyumlu yaşanma ihtimali çok yüksek.
Kadının Güvenli bağlanma stiline sahip olduğu, erkeğin ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerde ise anlaşma daha iyi , toplumsal dengeler açısından her ne kadar sıkıntı yaşansa da sürdürülebilir bir evlilik yapısı vardır.
Erkeğin Güvenli, kadının ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olması, aşırı güvensizlik ve kıskançlıkları evliliğin kalitesini düşürmekte , kavgaların sık yaşanmasına sebep olmaktadır.
Bağlanma stilinizi biliyor musunuz?
GÜVENLİ BAĞLANMA:
- Eşlerine kolaylıkla yaklaşırlar ve bağlı olmaktan mutludurlar
- Terk edilme ya da yakınlaşma kaygıları yoktur
- Uzun süreli ilişkiler kurarlar, bunun sonucu yaşanan cinsellikten hoşlanırlar
- Hem kendilerine hem de başkalarına saygıları yüksektir
- Stres altında sosyal destek ararlar
- Kendi duygularını açmaktan ve kendilerine açılmasından hoşlanırlar
- İlişkilerde olumlu, iyimser, yapıcı tutum sergilerler
- Daha az hastalanır ve ölümden daha az korkarlar
- Eşlerine karşı empatik ve affedicidirler
KAYGILI BAĞLANMA
- Eşlerine fazla yakınlaşır, iç içe yaşamak isterler
- Terk edilme korkuları çok yüksektir
- İlişkilerini derin ancak kısa süreli yaşarlar
- Beklentilerinin hep karşılanmadığı hissederler ve doyumsuzluk yaşarlar
- Kayıp ya da ayrılık sonrası yoğun acı yaşar ve depresyona girerler
- Kendilik saygıları değişkendir
- Cinselliği yaşamak yerine sarılıp uyumak isterler
- Çeşitli alanlarda başarı hayalleri kurar ancak çaba göstermezler
- Eşlerine karşı kıskanç ve güvensizdirler
KAÇINAN BAĞLANMA:
- Eşlerine güven duymazlar
- Başkalarının kendilerine bağlanma duygusu gerginlik yaratır
- İlişkilerine sınırlı yatırım yaparlar
- Çok kişi ile aşksız cinsel ilişki yaşarlar
- Her türlü yeniliğe ve yeni bilgiye kapalıdırlar
- Stres altında yalnız kalmayı tercih ederler , çevrelerinde bulunan stresli kişilerden uzaklaşırlar
- Her türlü sosyal ilişkiyi sıkıcı ve gereksiz bulurlar ( Aslında reddedilmekten korkarlar )
- Kendi düşünce ve duygularını açmazlar, başkalarının açmasından da rahatsızlık duyarlar
- İlişkilerini hep olumsuz hatırlarlar